Gösteriş Yapmayın!...
Prof. Dr. Bayram Altan
Prof. Dr. Bayram Altan
Gösteriş, “başkalarını aldatmak, şaşırtmak, korkutmak veya kendini beğendirmek için yapay davranmak” tır.
Bu inançtaki insanlar, çevreleri için giyinir, konuşur, ev döşer, meslek seçer veya kitap okurlar.
Tüm yaptıklarında en büyük hedefleri, insanların takdirini toplayabilmektir.
Örneğin kitapçıya gidip bir kitap seçerken en merak ettikleri konuya değil, en çok satan kitaba bakarlar.
Hangi kitabı okuduklarında daha “havalı” ve günün modasına daha uygun olacağını düşünürler.
Çünkü burada kitap okumanın amacı görgü, bilgi veya kişiliğini geliştirmek değil, çevresine karşı anlatacak bir şeyler bulabilmektir.
Birçok insan çocuğunu yetiştirirken onun sabırlı, hoşgörülü, imanlı, merhametli veya cömert bir insan olması için uğraşmaktan ziyade, yanlış da olsa çevresi tarafından makbul görülen özelliklere sahip olması için gayret eder.
Örneğin en prestijli okula yerleştirebilmek için uğraşırlar, yeteneği olmadığı halde piyano dersi aldırırlar, sırf arkadaşlarına gösteriş yapabilmek için kendilerine anne yerine “mami” vs. gibi Türkçede kullanılmayan ifadelerle hitap etmesini isterler, kibirli bir çocuk olarak yetiştirmenin makbul görüleceğine inanırlar.
Çünkü inanmayanlar için çocuk çok önemli bir “gösteriş” konusudur. Çocuğun iyi bir kolejde okuması, birkaç yabancı dil bilmesi, güzel olması, iyi giyinmesi, arkadaşlarının arasında popüler olması veya yetenekli olması anne ve babanın çevredeki itibarı açısından çok önemlidir.
Nitekim bu tip anne ve babalar, çocuklarının ne kadar tevazulu, ne kadar şefkatli veya ne kadar yumuşak başlı olduklarını değil, insanların gıpta edecekleri bu tip özelliklerini anlatmayı tercih ederler. Bu nedenle de çocuklarının ahlakıyla değil, görüntüsü ile ilgilenirler.
Hava atma konularından bir diğeri “gösterişli ev” sahibi olmaktır. İnsanlar ev seçerken kendi rahatlıklarından ziyade, çevrelerinin bakış açısına önem verirler.
Hangi muhitte ve kaç katlı olmasının, nasıl bir manzara görmesinin, kaç metre kare olmasının kendilerini daha itibarlı yapacağına bakarlar.
Evin içini de tümüyle çevrelerinin bakış açısına göre döşerler. Başka bir renkten hoşlansalar bile moda olan rengi seçerler, koltuklar son derece rahatsız olmasına rağmen sırf pahalı ve gösterişli diye satın alırlar, hiç beğenmedikleri bir döşeyiş şekline sadece ünlü bir mimara yaptırdıklarını söyleyebilmek için katlanmak zorunda kalırlar.
Büyük vakitleri bu evin içinde geçtiği halde, sırf bu kadar para verdikleri salon eskiyip de gösterişleri bozulmasın diye misafir gelmesi haricinde salona adımlarını bile atmazlar.
Mobilyaların üzerlerini örtülerle veya naylonlarla kaplayıp kendileri içeride küçük bir odada otururlar. Yani evin yarısını gösterişe, diğer yarısını da yaşamaya ayırırlar.
Övünmek insanlar için öylesine büyük bir tutkudur ki, en yakın gördükleri kişilere bile mutlaka “gösteriş yapmak” isterler.
Bunu en iyi yapabilecekleri yerlerden birisi davetlerdir. Gelen kişileri görmek istedikleri için değil, sadece onlara “hava atabilmek” için büyük davetler verirler.
Davetin her detayı bu amaca uygun olarak hazırlanır. Yemekler bile lezzetlerine göre değil zengin gösterme niteliklerine göre seçilirler.
Burada amaç, misafirlerin bu yemekten lezzet alması değil, bu yemeğe harcanan paraya gıpta etmesidir.
Böyle bir toplantıda herkes birbirinin kıyafetine, ayakkabısına, çantasının markasına, mobilyalara, takılan mücevherlere veya kullanılan parfümlere bakar.
Davete katılanların tüm konuşmaları bir çeşit “gösteriş yarışı”nı andırır. Konuşmalarda herkes bir konuda kendini ispat etmek ister.
Kadınlar yurt dışı seyahatlerinden, gittikleri bir ülkenin güzelliğinden, hizmetçi bulmanın zorluklarından, terzilerinden, aldıkları marka kıyafetlerden, kuaförlerinden, kuyumculara sipariş ettikleri mücevherlerden bahsederek kendilerini ispat etmeye ve diğer kadınları ezmeye çalışırlar.
Erkekler iş sahasında kazandıkları başarılarla, çevrelerinin geniş olmasıyla, ekonomi ve siyasi konulardaki yorumları ya da sanki konuya çok hâkim bir insan edasıyla yaptıkları önerilerle ön plana çıkmaya çalışırlar.
Dolayısıyla bu tip insanların oluşturduğu sohbetlerinde samimiyet, sıcaklık, dostluk oluşması imkânsızdır.
Nitekim bu tip davetliler, toplantıyı terk ettikten sonra mutlaka geride kalanların kritiğini yaparak geceyi noktalarlar. Konuştukları kişilerin samimiyetsizliğinden, gösteriş yapmaya çalıştıklarından, ne kadar sıkıldıklarından, ev sahiplerinin görgüsüzlüğünden, evin dekorasyonunun kötülüğünden, yemeklerin lezzetsizliğinden bahsederler.
Bu zihniyetin hâkim olduğu bu tip toplantıları son derece bıkkın, sıkılmış ve canları yanmış bir şekilde terk ederler.
Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de bu konu ile ilgili olarak şöyle buyuruyor:
“Allah'a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara gösteriş için sarfedenler de (ahirette azaba düçar olurlar). Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır o!” “Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah'ın kendilerine verdiğinden (O'nun yolunda) harcasalardı ne olurdu sanki! Allah onların durumunu hakkıyla bilmektedir.” (Nisa Suresi, Ayet: 38-39)
“Yazıklar olsun o (gösteriş için) namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır; hayra da mani olurlar.” (Maun Suresi, Ayet: 4-6)
“Ey iman edenler! Allah'a ve ahret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırları boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olmazlar. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez.” (Bakara Suresi, Ayet: 264)
“Allah'a ve ahret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara gösteriş için sarf edenler de (ahrette azaba düçar olurlar). Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır o!” (Nisa Suresi, Ayet:38)
“Şüphesiz münafıklar, Allah'a oyun etmeye kalkışıyorlar; hâlbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah'ı da pek az hatıra getirirler.” (Nisa Suresi, Ayet:142)
“Çalım satmak, insanlara gösteriş yapmak ve (insanları) Allah yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkanlar (kâfirler) gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.” (Enfal Suresi, Ayet: 47)
Yukarıdaki ayetlerde, övünme ve gösteriş yapma konusunun insanlar arasında ne kadar yaygın olduğuna dikkat çekilmektedir. Mü'minler için dünya hayatında en büyük amaç, Allah'ın rızasını kazanabilmektir. Ancak Allah'a ve ahret gününe inanmayan veya inanmış gibi görünen (aslında inanmayan) kimselerin en büyük amacı insanların rızasını kazanabilmektir.
Kuran ahlakını yaşamayan insanlarda yalanın en çok kullanıldığı durumlardan biri, birbirlerine gösteriş yaptıkları zamanlardır. Allah'ın Kuran'da da bildirdiği gibi insanlar birbirlerine karşı övünmeye ve gösteriş yapmaya çok düşkündürler.
Bakınız bu konuda Cenab-ı Hak ne buyuruyor:
“Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçıların hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün; sonra da çer çöp olur. Ahrette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah'ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadid Suresi, Ayet: 20)
“(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek, sizi o derece oyaladı ki, nihayet kabirleri ziyaret ettiniz. Hayır! Yakında bileceksiniz! Elbette yakında bileceksiniz!” (Tekasür Suresi, Ayet: 1-2)
Övünmeye bu kadar meraklı olan insanlar, sahip olduklarının övünmek için yeterli olmadığını düşündüklerinde ise hemen yalana başvururlar.
Sahip olmadıkları şeyleri, kendilerine aitmiş gibi gösterirler. Örneğin sıradan bir eşyayı, daha değerli göstererek, onunla övünmek için olduğundan daha pahalıya satın aldıklarını söyleyebilirler.
İşyerlerindeki konumlarını abartarak, kendilerini olduğundan daha fazla sorumluluğa sahip, daha yüksek mevkide gibi göstermeye çalışabilirler.
Övünmek kastıyla söylenen yalanların nedeni, insanların sahip olmadıkları maddi veya manevi özelliklerle takdir görmeyi beklemeleridir.
Bu sebeple, kendilerini çok çalışkan, yardımsever ve yetenekli gösterirler.
Gerçekte öyle olmamasına rağmen, her şeye dikkat eden, her sorumluluğu üstlenen bir insan tablosu çizerler. Allah Kuran'da böyle insanlar için şöyle buyurmaktadır:
“Sanma ki ettiklerine sevinen, yapmadıklarıyla övülmek isteyenler, evet, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır. Onlar için elem verici bir azap vardır.” (Al-i İmran Suresi, Ayet: 188)
Bu insanlar, kendilerine olan ilgi ve sevgiyi de abartarak anlatırlar. Sözgelimi eşlerinin kendilerine hediyeler aldığı yalanını söylerler. Ya da işyerinde kendilerine özel bir ilgi olduğunu, yerlerinin doldurulamaz olduğunu, bu nedenle maaşlarının artırıldığını anlatırlar.
Gençler çoğunlukla sınıfta veya okulda en popüler kişi olduklarını, bütün okulun kendilerini tanıdığını söylerler.
Bazen ünlü kişiler de, doğum günlerinde veya bir kutlamada dostlarının veya eşlerinin kendilerine çok pahalı hediyeler aldığı yalanını uydururlar.
Bu tür yalanlar söylemekteki amaçları, hem gösteriş yapmak, hem de yakınlarının kendilerine çok değer verdiği imajını oluşturmaya çalışmaktır.
Bu tür değerli hediyeler almayanların ise kıskançlık duymalarını ve kendilerine gıpta etmelerini sağlamaktır.
Oysa bunların tamamı dünyevi değerlerdir ve insanlara ahirette bir kazanç sağlamayacaktır.
Bir insan dünyanın en değerli hediyelerini gerçekten almış olsa bile, eğer Allah'ın hoşnut olmayacağı davranışlarını sürdürmeye devam ederse, çok kısa olan dünya hayatının ardından ahirette sahip olduğu her şeyden mahrum kalacaktır.
Peygamber Efendimizin yaşadığı dönem ile ilgili bir rivayette de, bir kadının yukarıda anlatılanlara benzer bir tavır gösterdiği aktarılmaktadır.
Anlatıldığına göre, bu kadın, bir başkasını üzmek ve kıskandırmak amacıyla, eşinin yapmadığı şeyleri abartarak yapmış gibi söylemekte, almadığı hediyeleri almış gibi anlatmaktadır.
Peygamberimiz (sav)'in, bu kadının tavrını öğrendiğinde ona şöyle dediği rivayet edilir: “Yedirilmeden yediğini söyleyen, kendisinin olmayan şeye benim diyen, kendisine bir şey verilmemişken verildiğini iddia eden, kıyamet günü yalandan iki elbise giyen kimse gibi olur.” (İhya'u – Ulumûd-din, C.3. S.309)
Bu nedenle inanmayanlarda gösteriş yapmak hayati önem taşır.
Çevresi tarafından beğenilen, takdir edilen, hayran olunan, özenilen veya gıpta edilen insan olmak her şeyden daha önemlidir.