Deprem oldu, binalar yıkıldı, bir sürü insan öldü. Ne yaptım? Yavrularımı alıp kaçtım. En temel içgüdülerle, annelik duygusu ile onların yanından bir saniye bile ayrılmadan onları korudum kolladım. Çünkü biz gerçekten Maslow’un piramidinin en tabanındaydık; “Hayatta kalmak” . Öncelik buydu. Babamız ise hekim olarak deprem bölgesinde enkazdan çıkanlara ilk müdahale eden oldu. Günlerce hastanede yatıp kalktı. Aynı kıyafet ile, kumanyalarla, tam bir savaşçı gibi çırpındı. Belki kaç canı kurtardı bu sayede. 2. büyük deprem dahil olmak üzere yanımızda olamadı bu nedenle. O’nu günlerce göremedik. Çocuklarım ve ben bir hafta Malatya’da orda burda kaldık. 10 saniyede bir artçı olur mu oldu. Binlerce kez sallandık. Kalbim sürekli 130 larda taşikardik. Başımı yastığa koyar koymaz güm güm titreyen başım beni uyutmadı günlerce. Geceleri çocuklarımın üstlerine kapanacak pozisyonda durdum hep. Normal uykuyu unuttuk. Sabah olunca herkes rüyasında defalarca olan depremi konuştu. Derin uyku dediğimiz rem uykusu artık hiç yoktu benim için. Babamızı Malatya’da bırakarak Ankara ya geldik. Çocuklar eğitimine devam etsin artçılar nedeniyle daha fazla psikolojileri bozulmasın istedik. Şimdi böylece yaşıyoruz işte.
Ölenler, aileleri geliyor gözümün önüne, kahroluyorum. Göz göre göre ölüme biz terkettik Onları. Sorumlular bizdik. Eğitimsizdik, cahildik, ahlaksızdık, vicdansızdık, çaldık çırptık, gösterişler boyadı gözümüzü, en kötüsü de sürü psikolojisi idi. Doğruyu söyleyen hep dokuz köyden kovuldu. Sürüye uyan baş tacı oldu. Olan ölenlere oldu. Biz sıfır noktasından başlayacaktık resetlenen hayatımıza . Ya Onlar ! Hayat devam eder miydi artık…
Kader miydi? Tabi ki değildi. Depremler milyonlarca yıl önce de oluyordu. Diri topraklar , depremler , bir çok coğrafik yapının oluşması, toprağın hareketi ve bereketi içindi. Yüce Allah’ım kusursuz kılmıştı her şeyi. Ama bu topraklara insan öldüren çürük, yüksek betonları biz yığdık . Asıl gerçek buydu.
Ah Malatya’m! O kadar çok denetimsiz, zemin etütsüz yapılanma vardı ki , yeni kurulan şehirler, hatta koca bir şehir tamamen ağır hasar aldı. Çoğu yeni bina ayaktaydı fakat ağır hasar almıştı. Bu binalar tahliye imkanı sunduklarından depremden kötü etkilenen diğer bir şehir olan Hatay’a göre ölüm oranı görece azdı. Ama şehir yoktu işte . Bu da Malatya da özel bir durum oluşturdu. Şöyle ki; insanlar fazlaca açıkta kaldılar. Ciddi bir barınma sorunu yaşandı. Daha fazla yardım ve desteğe ihtiyaç oldu ve maalesef insanlar bu sebeple ciddi sıkıntı yaşadı . Nisan ayına girmemize rağmen halen enkazdan cesetler çıkıyordu. Halen şebeke suları çamur gibi akıyordu. Evleri hafif hasarlı olanlar bile evlerine gidemedi çünkü su yoktu. ( Az hasarlı= kolon kiriş sağlam, sıva çatlağı olan ev demekti ama gel gör ki Malatya 3 büyük depremi görmüştü ve hafif hasarlı denen evlere bakılmıyordu bile , enkaz yığını gibilerdi. E bir de depremi yaşayan birinin o eve o vaziyette girmesi korkunçtu). Şehir bomboş kaldı. Ah o yağmacılar. Ağır hasarlı ev o kadar çoktu ki fırsat bu fırsat evlere girdiler ve değerli her şeyi çaldılar. Nakliyat firmaları ( elbette aralarında doğru çalışan vardır) her geçen gün türeyerek çoğaldı. Evlerinden eşyalarını kurtarmak isteyenler bu sözde firmalar ile görüştü. Biraz taşıdılar, yarım bıraktılar ve bunu bilerek yaptılar, biraz da çaldılar. Dolandırdılar. Evet gerçekten her üç kişiden biri mağdur oldu. Eşyaları koyacak yer bulamadılar. Barınma sorunu varken sıra eşyaya gelmiyordu.
Soğuk hava şartları, sel, tuvalet , gıda sorunları halen devam ediyor.
İşlerini kaybetti herkes. Ama geçinmek için çalışmak gerekiyordu . Çarşı çok eskiydi. İşyerleri ya yıkıldı ya da ağır hasar aldı. Esnaflar, sanayiciler mümkün olduğunca işine döndü ama halk yoktu işte . Kazanç çok düşüktü.
Çiftçiler için ise daha büyük bir sorun vardı. Soğuk hava nedeniyle kayısıların %70 ini don vurdu. Bu Malatya için çok ciddi bir sıkıntı idi. Memurlara gelecek olursak çalışmaya devam eden birimler ve ara verenler olarak ayrıldı. Devam edenler hep aynı sorunla karşılaştı. Malatya’da çalışıyor ama barınacak yeri yok. Halen bu ciddi bir sorun olarak devam ediyor. Evine giremiyor , işe gidiyor ama sonra kalacak yeri yok. Ailesini şimdilik güvenli bir yere yerleştirmişti ( çoğu yerde başka bir yağmacılık ve fırsatçılık şekli olan artmış kiralar ile karşılaştı). Fakat uzun vadede kendine ailecek kalacak yer ayarlamaya çalışıyordu ama yoktu işte. Arsa, ev, çelik prefabrik, konteyner, kooperatif projeler, Tokiler….. gündemleri hep bunlardı. Artık bir eve , zemine bakış açısı değişti tüm halkın. Ne süse ne püse bakmaz olduk. Gökdelenleri görmek bile istemiyoruz. Temel kaç cm, zemin nasıl, çelik ağır mı hafif mi…… Hepimiz anlıyoruz artık az çok. Bunlar hep para istiyordu. Bu hizmetleri sunanlar arasında da fırsatçı ve yapmacılar yok muydu elbette vardı. Çünkü hiçbir şey değişmemişti. Biz yine aynı bizdik. Ahlaksız, eğitimsiz, vicdansız, kuralsız.
İşte canım memleketimin son hali bu. Beklemek, belirsizlik, doğru karar verebilmek için zorlanan zihinler, hayat mücadelesi, yeniden huzur, mutluluk aramak, yeniden başlamak…
Normalleşmek neydi peki? Ben söyleyeyim ; net olarak “görmezden gelmekti” . Hep bunu yaptık yapmaya devam ediyoruz. Ders çıkarmak kelimesi dilimize pelesenk oldu. Olmasın! Unutmayalım! Bugün bize yarın size! Yapmayalım yeter, birimiz hepimiz için diyelim artık.
Depremle, daha önce altını çizdiğimiz şeylerin şimdi üstünü çizmeyi öğrendik. Ne saçma şeylere canımızı sıkmışız, üzülmüşüz. En ufak bir sıkıntı yaşasak üzülürdük. Şimdi bir şehir yok oldu, evimiz öylece girilmez hale geldi, işimize ara verdik, şehri değiştik, çocukların okulları değişti, iki-üç parça kıyafet aldık yanımıza, böyle idare ediyoruz. Yaşanan olaya, kaybolan canlara, sorumsuzluklara üzülmek dışında kendi halimize üzülmüyoruz tırnağımız taşa gelince üzüldüğümüz kadar…
Canım memleketim , Malatya’m elbette güzel günlerini göreceğiz. Gelin duvağı misali kayısı çiçeklerinle yine beyaza bürüneceksin, yine eşin bulunmayacak…
Dr Sedef Yücel
Ankara, Nisan 2023