Kararan Gönülleri Aydınlatan İlk İlahi Emir

                                                      Prof. Dr. Bayram ALTAN


    Sevgili Gençler!...
   Günümüzden 15 asır önceydi. 
   Hak yoldan uzaklaşan, nefsi ve şehevi ihtiralarına esir olan insanlar kendi elleriyle yaptıkları putlara tapıyor, Allah’ a şirk koşuyor, iman yerine küfrü tek Allah inancı yerine putperestliği tercih ediyorlardı. 
   Kuvvetli zayıfı eziyor, mallarını gasbediyor, kolundan tutup ‘‘ bu benim kölemdir ’’ diyerek pazarda satıyordu. 
  Kadına hiç bir hak tanınmıyor, kız çocukları diri diri kızgın kum çöllerinde göğüslerine kadar kazılan kızgın kum çukurlarına gömülüp diri diri ölüme terk ediliyordu.     
  O gün, huzur, saadet ve mutluluk gibi güzel şeylere rastlamak mümkün değildi.     
  Hele eşitlik,  kardeşlik duygusu, merhamet, birlik ve beraberlik anlayışı diye hiçbir şey yoktu. 
  İçki, kumar, vurgunculuk, çapulculuk gibi rezaletler önlenemez bir hale gelmişti. 
  Savaş ve baskınlarda esir edilen insanlar; diri diri yakılır, işkence ile öldürmekten zevk alınırdı. 
  Kabe’de 360 tane put dikili durur ve müşrikler tarafından Kabe çırılçıplak tavaf edilirdi. Yalnız Arabistan değil, dünyanın hemen her tarafı aynı durumda idi. Mecusiler,ateşe tapıyor;  hıristiyanlar ,teslis (üçleme) inancını kabul ediyor, yahudiler ‘‘ Üzeyr (A.S) Allah’ın oğludur’’ diyorlardı. 
   Topyekün insanlık yaradılış gayelerinden uzaklaşmışlardı. 
     İşte insanlık böyle perişan bir durumda küfrün ve zulmün korkunç karanlıkları içinde, imansızlığın vermiş olduğu bir sancı ile kıvranıp dururken meydana gelen harikulade haller ve ilahi tecelliler; eşiz insan, şefkat ve merhamet örneği, nur ve feyz kaynağı, alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili peygamberimiz (S.A.S) Efendimiz’in dünyaya teşrifini müjdeliyordu…
    Evet Cenabı-ı Hakk’ın  ‘‘Habibim’’ dediği, acizlerin fakirlerim, miskin ve yetimlerin emanı; dertlerin dermanı; mü’minlerin sertacı; son nübüvvet kandilinin siracen müniri  sevgili Peygamberimiz (S.A.S) efendimiz, insanlık ufkunda parlayan bir güneş misali doğmuş, henüz risalet görevine başlamamışlardı. 
    Görenler onun Cemal-i Pakini ve mübarek alınlarında ışıldayan ilahi nuru seyretmekte ve henüz küçük yaşlarında bile O’na ‘‘ Muhammedül’Emin’’ (yani inanılır, güvenilir, itimad edilir Muhammed) demekten kendilerini alamıyorlardı.
   Nihayet, Rabbani bir mektep hükmünde olan Hira-Nur mağarasına gitmiş, insanlardan uzak, dünyevi meşguliyetlerden azade olarak günlerce Allah’ a ibadet ve niyazda bulunmuş, yeni ve çok önemli bir görevin (yani Risalet vazifesinin) kendisine tevdi edileceği mübarek günü beklemişlerdi.
  Sevgili Gençler!... 
  Yine bir gün, Risalet güneşinin nuru ile aydınlanan Hira mağarasında ibadet, dua ve niyazla meşgulken Cebrail(a.s.) görünmüş ve kendisine:
      “-Oku” demişti.
    Bu bölümü Sevgili Peygamberimiz(s.a.s) Efendimiz’in mübarek sözlerinden dinleyelim. Buyurdular ki:
    “- Ben okumuş değilim, dedim. Melek(Cebrail A.S) beni tutup o kadar sıkıştırdı ki, gücüm(nefesim) kesilecekti. Sonra bıraktı da “Oku” dedi. Ben:
   “- Okumasını bilmem” dedim. O beni üçüncü defa sıkıştırdıktan sonra bıraktı ve “ İKRA” suresinden şu ayetleri okudu:
   Meal-i Alisi: “Yaradan Rabbinin adıyla oku. O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku, Rabbin nihayetsiz kerem sahibidir. Ki O, Kalemle yazı yazmayı öğretendir. İnsana bilmediğini o öğretti.”(Alak suresi, 1-2-3-4-5)
   Yüce Peygamberimiz(S.A.S) Efendimiz hemen hane-i saadetlerine dönmüş ve ilk vahiy haletinin vermiş olduğu endişe ve korku içinde Hz.Hatice(R.Anha) validemize:
   “-Beni örtün, beni örtün.” demişti.
   Bu ilk tecellilerden hasıl olan heybet, dehşet, korku ve ürperme gidinceye kadar örtülü kalmış, sonra olup bitenleri Hz. Hatice(R.Anha)’ye anlatmış ve kendinden korktuğunu haber vermişti. Hz. Hatice, Peygamberimiz(S.A.S) Efendimiz’ e:
   “Allah’ a yemin ederim ki Allah, seni hiçbir zaman utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, işini görmekten aciz olanların ağırlığını yüklenirsin. Fakire verir, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın, misafiri ağırlarsın. Hak yolunda zuhur eden hadiseler karşısında(halka yardım edersin)” demişti. Daha sonra Hz. Hatice(R.Anha), Peygamberimiz(S.A.S) Efendimiz’ i alıp amcazadesi Varaka B. Nevfel’ e gitmiş ve ona şöyle demişti:
   “-Ey amcamın oğlu, dinle bak, kardeşinin oğlu ne söylüyor?”
   Varaka B. Nevfel:
   “- Ey kardeşimin oğlu, ne görüyorsun?” diye sormuş Rasulullah(S.A.S) Efendimiz de gördüklerini kendisine haber vermişti. Varaka B. Nevfel:
   “- Bu gördüğün Allahu Teala’ nın Musa(A.S)’ ya indirdiği namustur. Ah keşke senin davet günlerinde genç olaydım. Kavmin seni(yurdundan) çıkaracakları zaman hayatta bulunaydım.” demişti.
   Bunun üzerine Rasulullah(S.A.S):
   “- Onlar beni çıkaracaklar mı?” diye sormuş Varaka ise:
   “- Evet. (Çünkü) senin getirdiğin şeyi getirmiş olan herkes muhakkak düşmanlığa uğratılmıştır. Şayet senin davet günlerine yetişirsem, sana son derece yardım ederim.” cevabını vermişti. Bundan sonra vahiy kesilmiş, bir müddet gelmemişti.
   Rasulullah(S.A.S) Efendimiz bir gün vahyin kesilmesinden bahsederken söz arasında şöyle buyurmuşlar:
   “- Ben (bir gün) yürürken birden bire gökyüzü tarafından bir ses işittim. Başımı kaldırdım. Baktım ki, Hira’ da bana gelen melek.(yani Cebrail A.S) Sema ile ar’z arasında bir kürsi üzerinde oturmuş. Pek ziyade korktum.( Evime) dönüp: “- Beni örtün, beni örtün.” dedim. ( El- Lü’lüü ve’l-Mercan, C.1, S.55) İşte o zaman Cenab-ı Hak:
   “Ey bürünüp sarınan (Habibim), kalk artık (kafirleri azap ile) korkut. Rabbini büyük tanı, elbiseni(bundan sonra da) temizle(mekte devam et).” (Müddesir suresi, 1-2-3-4) buyurarak asıl risalet görevini ifaya başlamasını Habib-i Edibine haber vermiştir.
   Peygamberimiz(S.A.S) Efendimiz, önce Hz.Hatice(R.Anha) validemizden başlamış, kısa zamanda bu nur, iman ve İslam çemberini Arap yarımadasına sığmayacak kadar genişletmiştir. Tebliğ ve irşad vazifelerini ifa ederken bir çok sıkıntılarla karşılaşmış, eza ve cefa görmüş, böyle olduğu halde yine de bu kudsi görevlerini terk etmemiş, ömürlerinin sonuna kadar devam ettirmiştir. Ve varis-i enbiya olarak bu görevi(yani tebliğ ve irşad vazifesini) yerine getirecek zevata ışık tutmak, yol göstermek gayesiyle şöyle buyurmuşlardır:
   “Sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz. Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız.” (Mişkatü’l- Mesabih,3722)
   Şefkat ve merhamet duygularının bir volkan gibi fışkırdığı Sevgili Peygamberimiz(S.A.S)Efendimizin “Müjdelemek, sevdirmek ve kolaylaştırmak” prensibine dayanarak Allah’ ın emir ve yasaklarını tebliğ etmeleri sayesinde insanlık; cehalet karanlıklarından ilim aydınlığına, küfür harabelerinden iman sarayına, dinsizlik çukurundan İslam düzlüğüne kavuşmuş, doğru yolu bulmuş, hidayete ermiş, iyiye, güzele, Hakka, hakikate, insanca yaşamaya yönelmiştir. İşte bunun içindir ki, o gün kısa bir zamanda Müslümanların sayısı 100.000’i aşmıştır.
   Yüce Peygamberimiz(S.A.S) Efendimiz’ in tebliğ buyurduğu kutsal kitabımız Kur’an’a inanan, onun icaplarını yerine getiren, onun nur ve feyzinden nasip alan insanlar bahtiyar olmuşlar; Kur’an mahrumları ise zillet ve hakarete uğramışlar, bedbaht olmuşlardır.
   KUR’AN İLAHİ BİR KELAM’ dır. Kim, Kur’ an’ dan başka bir kitap, İslam’ dan başka bir din ve Haktan başka bir yol ararsa hüsrana uğrar, rezil ve perişan olur. Kur’an-ı Kerim nazil olduktan sonra bütün dinlerin hükmü ortadan kaldırılmıştır.
   Yüce Rabbimiz bir ayet-i kerimede:
   “Kim İslam(nizamın)dan başka bir dine (hayat düzenine) yönelirse onunki kabul olunmayacaktır. O ahrette de hüsrana uğrayanlardan olacaktır.”(Al-i İmran suresi,85) buyurmuştur.
    Sevgili Gençler!... 
   Mübarek zatın biri ne güzel söylemiş:
   “Elde Kur’ an gibi bir mucize-i baki varken
    Başka bürhan aramak aklıma zaid görünür.
    Elde Kur’an gibi bir bürhan-ı hakikat varken
    Münkirleri ilzam için gönlüme sıklet mi gelir.” (Sözler, s.381)
 

Pusulamalatya

Bakmadan Geçme